Yaşamın kendisi
mahremdir aslında. Çünkü mahrem, özel olandır; bize ait, gizli, herkese açıp
söylemediğimiz; tıpkı yaşamımız gibi. Hepimiz her gün çalışıyoruz, işe, okula
gidiyoruz geliyoruz, yemek yiyoruz, konuşuyoruz ama her yaptığımız kendimizce
“özel” oluyor. Çünkü yalnızlığımız, düşüncelerimiz sevdiklerimiz araya giriyor,
bir melodi, bir bakış o özel anlardan birine götürüyor bizi. Herkese tüm
yaşamımızı açmıyoruz zarar göreceğimizden korkarak; hatta bazen, çevremizce
yanlış değerlendirileceğimizden korkarak. Mahremimiz, yaşamımız, içsel
yalnızlığımız dış dünyamızı besliyor, dış dünyaya kendisini çok da açık
etmeden.
İç dünyamıza ait
o sınırı olmayan, çoğunlukla tekinsiz yaşam, toplumsal rollerin güvenlikli
ortamında ne kadar uygunsuz ise o kadar mahremdir. Bu sergi de, sergilenmek
için o kadar mahrem işte. Ben burada iç dünyamı; korkularımı, çelişkilerimi,
üzüntülerimi ve ailemi; benimle yaşamı paylaşan insanları, eşimi, oğlumu ve
sıradan nesneleri; kapı zilini, düğmeleri, ayakkabıları, benim için anlamı olan
her şeyi sergiliyorum. Sergileme eylemi, mahrem olanı beklenmedik, sürprizli
bir şekilde yeniden var ediyor; bununla beraber “mahrem” sergilendikçe eski
gizemli ve çekici varlığını yitirip sıradanlaşıyor. İzleyen mahremin varlığına
alıştıkça onu da, herhangi bir “güvenli” olayı karşıladığı gibi karşılıyor.
Gariptir ki, bu sadece izleyicinin değil, benim de yaşadığım bir dönüşüm oldu.
Mahremimi yansıtan bu işler, benim için artık eskisi gibi “özel” değil. İtiraf
etmeliyim ki serginin açıldığı ilk gün mahremime girilmesinin ister istemez
üzerimde bıraktığı o gerginliği ve utancı yaşadım, ama bu duyguyu tekrar yaşamam
artık mümkün değil. İşlerimde sergilenen bu duygular, düşünceler sergilenmeyle
birlikte özgürleştiler, tuhaf bir şekilde genelin varlığına karıştılar. Benim
olmaktan çıktılar sanki. Demek ki gizlenen her şey yaşamımızın çapı kadar
büyüyor içerde; belki de o yüzden davranışlarımıza, varoluşumuza nüfuz ediyor,
hayatımızı çok etkiliyor. Açığa çıkarıp, kendimizden özgürleştirince de eski
büyüsünü yitiriyor. Hangisi daha iyidir bilemiyorum; büyütüp saklamak mı,
paylaşıp bitirmek mi? Ben ikinciyi seçtim.
Bu sergi genel
olarak tek bir işten oluşuyor. Bana göre “mahrem” kavramının en dolaysız
anlamını yüklenen “evimi” sergiliyorum burada. Koltuğumu, televizyonumu, sehpamı
ve birçok ufak tefek özel eşyamın resimlerini bu sergi mekânına, evimde
durdukları yerlere ve anlamlarına özdeş bir şekilde yerleştirdim. Ama sadece
eşyaları sergilemek o evi “özel” yapmaya yetmez. Mahrem yaşantımı, iç dünyamı
yansıtmak ve bu yaşantıyı taşıyabilecek en doğru medyayı bulmak, bu şekilde
mahrem ile toplumsalın beklenmedik buluşmasını gerçekleştirmekti amacım.
Buradan hareketle bu sergide, evimde, yaşantımın farklı noktalarını, onları en
çarpıcı şekilde ortaya koyabilecek en uygun tekniklerle ele alıp, bir araya
getirmeye çalıştım. Bunu yaparken tekniklerin birbiriyle alışverişine önem
verdim. Fotoğraf ile resmi, farklı durumları görselleştirmek için kullandım;
fakat bir arada, altlı üstlü yerleştirdim. Videoyu ayrı bir şey söylemek için
kullandım; ama resimle kombine ettim. Mekânda resimleri birer eşya gibi yerleştirdim.
Sergi hazırlığı serüvenimi, sergiye ait mahremlerimi; yazılarımı ve
eskizlerimi, hazırladığım bir defterle çay bardağı resminin yanına koydum.
Okunup araştırılan, incelenen, katılınan bir durum yaratmak için, bu oluşuma
bir belgesel niteliği kazandırmak için resim, fotoğraf, yerleştirme, kitap
defter, elimde ne varsa kullandım.
Sanatsal ifade
anlamında bu sergide çok farklı bir serüven de yaşadım. Resim tekniği ile
bilinen klasik anlayışının dışında oyunlar oynamak benim için heyecan
vericiydi. Resim, sanatçıya plastik anlamda geniş imkânlar sunan bir medya.
Ondaki, iki boyutlu olduğu halde, üç boyutun olanaklarını zorlayan samimi,
sıcak, ama ikircikli hali seviyorum. Resim tekniği ile yerleştirmeler
uyguladım. Üç tuvalden oluşan bir boy portremi koltuğa oturttum, bir diğerini
yatağa yatırdım, bazılarını üstlü altlı birbiriyle ilişkili, birbirine cevap veren
şekillerde yerleştirdim ve çok mutlu oldum.. Resmin bilindik çerçevesinin
dışına çıkıp ayağa kalkması, sadece benim uyguladığım bir şey değil. Bu
uygulama, günümüzde birçok sanatçı tarafından yapılıyor. Ancak resim klasik
mirası nedeniyle, halen güncel sanatın temkinli yaklaştığı bir medya. Ben ise
boyanın plastiğinin anlama müdahale eden yanını seven, bunu özellikle seçen bir
sanatçı olarak, kendi serüvenimde çağdaş örüntülerin resmin plastiğiyle
yakalanabileceğini, boyanın bu örüntülere garip bir katkı sağladığını, anlamı
çeşitlendirdiğini düşünüyorum.