“Ruhuma Dokun” adlı sergisinde Zuhal Baysar, insan ruhunun
varlık durumlarına değinir. Bu sergisindeki resimlerinde yalnızca beden ve su
yer alır. Sanatçı suyu bir evren metaforu olarak kullanır. Bu evren, insanın tamamen
kendi kendine yarattığı bir yerdir. Su, bedenin dışında gibi görünse de ruhun
derinliklerini yansıtır. Suyun sağladığı resimsel plastiğin ardında dolaylı
olarak insan ruhu resmedilir. Önemli olan insanın iç dünyası ve insana ait olan
özelliklerdir. Beden, sanatçı için varlığın durumlarını görselleştiren araçtır.
Zuhal Baysar’ın kendi yaşam algısı ile Martin Heidegger'ın
düşüncesi arasında bir bağ kurulabilir. Heidegger’e göre insan, dünyaya öylece
bırakılmıştır. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan, aslında kendi varlığını
oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır. Ama başlangıçta,
bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur -sondaki ölümün kaçınılmazlığı
gibi. Bu bir seçimin sonucu değildir. Ve insan, bu bırakılmışlık içinde
seçimleriyle kendi yaşamını ileriye doğru kurar. Burada zorunlu bir özgürlük
deneyimi söz konusudur. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli
seçimler yapmak durumundadır, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundadır. Zuhal Baysar’ın resimleri bu düşüncenin görselleşmiş
hali gibidir.
Bu
resimlerdeki özgürlüğü gerçekleştirme yeri olan evren, sanatçının iç dünyasında,
zaman zaman sığınılan, huzur duyulan bir tapınağa dönüşür. Dış dünyadan
arınmış, ağırlıksız ve tamamen su ile sarmalanmış varlığıyla insan, burada bir
çeşit arınma ritüelinin öznesidir. Kimi zaman ise bu evren bir savaş alanıdır. Bu evrende insanı insan
yapan her şey vardır. Bir yanda, insanın kendine itiraf edemediği korkuları,
doyumsuzluğu, suçluluk duygusu, güvensizliği ve yetersizliği yer alır. Diğer
bir yanda ise yaşamına anlam katan varlıklara duyduğu sevgi ve şefkat; benliğini
koruma ve yok olma tehlikesine karşı kendini savunma konusundaki akıl almaz
gücü ve direnişi bulunur. Bu iki karşıt kutup, insanın dış dünyadan gizlediği
evrenin özüdür. ‘İçeride olmak’, suyun içinde olmaktır. Yaşam veren, içine
alan, temizleyen su, bu resimlerde saran sarmalayan ve aydınlatan bir sessizlik
evrenidir. Bu evrenin derinliği, insanın kendine izin verdiği oranda derinleşen
ve sessizleşen yalnızlığıyla ölçülür.
Her
koşulda kendi özel alanını “suya” taşıyan insan, günlük yaşamına ait davranış
kalıplarından kurtulur; suyun içinde özgürdür.
Beden, kimi zaman boşlukta, kimi zaman suyun hakimiyetinde,
kimi zaman ise suya hakim durumdadır. Ancak, her şeye rağmen güçlü bir ruhun varlığını
yansıtır.
Düzen-karmaşa, varlık-yokluk, sonsuzluk gibi kavramların,
insan ruhunu şekillendirmesiyle ortaya çıkan duygu durumları, bedenin ve suyun yansıttığı
yoğun bir duygusal ifadeyle görselleşir.
Sanatçı, su içerisinde zengin atmosferler yaratma kaygısı
güderken boyanın plastiğini resimdeki anlam ve ifadeyle ustaca kaynaştırır. Suyun
kıpırtıları, resim yüzeyinde soyut formlar olarak yer alırken aynı zamanda
suyun içindeki duygusal atmosferin bir ifade aracı olarak varlık bulur. Boyanın
anlama müdahale eden yönünü özellikle vurgulayan bir sanatçı olarak Zuhal
Baysar, çağdaş örüntülerin resmin plastiğiyle yakalanabileceğini, boyanın bu
örüntülere katkı sağladığını, anlamı çeşitlendirdiğini savunur.
Sanatçı, izleyiciyi kendi resimsel serüveninde, iç dünyasının
çeşitli duygu durumlarına “dokunma”ya davet eder.
Serap
Emmungil
No comments:
Post a Comment