Wednesday, December 17, 2008

Mahrem Sergi Hakkında:



Yaşamın kendisi mahremdir aslında. Çünkü mahrem, özel olandır; bize ait, gizli, herkese açıp söylemediğimiz; tıpkı yaşamımız gibi. Hepimiz her gün çalışıyoruz, işe, okula gidiyoruz geliyoruz, yemek yiyoruz, konuşuyoruz ama her yaptığımız kendimizce “özel” oluyor. Çünkü yalnızlığımız, düşüncelerimiz sevdiklerimiz araya giriyor, bir melodi, bir bakış o özel anlardan birine götürüyor bizi. Herkese tüm yaşamımızı açmıyoruz zarar göreceğimizden korkarak; hatta bazen, çevremizce yanlış değerlendirileceğimizden korkarak. Mahremimiz, yaşamımız, içsel yalnızlığımız dış dünyamızı besliyor, dış dünyaya kendisini çok da açık etmeden.

İç dünyamıza ait o sınırı olmayan, çoğunlukla tekinsiz yaşam, toplumsal rollerin güvenlikli ortamında ne kadar uygunsuz ise o kadar mahremdir. Bu sergi de, sergilenmek için o kadar mahrem işte. Ben burada iç dünyamı; korkularımı, çelişkilerimi, üzüntülerimi ve ailemi; benimle yaşamı paylaşan insanları, eşimi, oğlumu ve sıradan nesneleri; kapı zilini, düğmeleri, ayakkabıları, benim için anlamı olan her şeyi sergiliyorum. Sergileme eylemi, mahrem olanı beklenmedik, sürprizli bir şekilde yeniden var ediyor; bununla beraber “mahrem” sergilendikçe eski gizemli ve çekici varlığını yitirip sıradanlaşıyor. İzleyen mahremin varlığına alıştıkça onu da, herhangi bir “güvenli” olayı karşıladığı gibi karşılıyor. Gariptir ki, bu sadece izleyicinin değil, benim de yaşadığım bir dönüşüm oldu. Mahremimi yansıtan bu işler, benim için artık eskisi gibi “özel” değil. İtiraf etmeliyim ki serginin açıldığı ilk gün mahremime girilmesinin ister istemez üzerimde bıraktığı o gerginliği ve utancı yaşadım, ama bu duyguyu tekrar yaşamam artık mümkün değil. İşlerimde sergilenen bu duygular, düşünceler sergilenmeyle birlikte özgürleştiler, tuhaf bir şekilde genelin varlığına karıştılar. Benim olmaktan çıktılar sanki. Demek ki gizlenen her şey yaşamımızın çapı kadar büyüyor içerde; belki de o yüzden davranışlarımıza, varoluşumuza nüfuz ediyor, hayatımızı çok etkiliyor. Açığa çıkarıp, kendimizden özgürleştirince de eski büyüsünü yitiriyor. Hangisi daha iyidir bilemiyorum; büyütüp saklamak mı, paylaşıp bitirmek mi? Ben ikinciyi seçtim.

Bu sergi genel olarak tek bir işten oluşuyor. Bana göre “mahrem” kavramının en dolaysız anlamını yüklenen “evimi” sergiliyorum burada. Koltuğumu, televizyonumu, sehpamı ve birçok ufak tefek özel eşyamın resimlerini bu sergi mekânına, evimde durdukları yerlere ve anlamlarına özdeş bir şekilde yerleştirdim. Ama sadece eşyaları sergilemek o evi “özel” yapmaya yetmez. Mahrem yaşantımı, iç dünyamı yansıtmak ve bu yaşantıyı taşıyabilecek en doğru medyayı bulmak, bu şekilde mahrem ile toplumsalın beklenmedik buluşmasını gerçekleştirmekti amacım. Buradan hareketle bu sergide, evimde, yaşantımın farklı noktalarını, onları en çarpıcı şekilde ortaya koyabilecek en uygun tekniklerle ele alıp, bir araya getirmeye çalıştım. Bunu yaparken tekniklerin birbiriyle alışverişine önem verdim. Fotoğraf ile resmi, farklı durumları görselleştirmek için kullandım; fakat bir arada, altlı üstlü yerleştirdim. Videoyu ayrı bir şey söylemek için kullandım; ama resimle kombine ettim. Mekânda resimleri birer eşya gibi yerleştirdim. Sergi hazırlığı serüvenimi, sergiye ait mahremlerimi; yazılarımı ve eskizlerimi, hazırladığım bir defterle çay bardağı resminin yanına koydum. Okunup araştırılan, incelenen, katılınan bir durum yaratmak için, bu oluşuma bir belgesel niteliği kazandırmak için resim, fotoğraf, yerleştirme, kitap defter, elimde ne varsa kullandım.
 
"Ruhumu Seyret", yerleştirme:
 otoportre tuval üzerine yağlıboya,
yatak ve komidin
Sanatsal ifade anlamında bu sergide çok farklı bir serüven de yaşadım. Resim tekniği ile bilinen klasik anlayışının dışında oyunlar oynamak benim için heyecan vericiydi. Resim, sanatçıya plastik anlamda geniş imkânlar sunan bir medya. Ondaki, iki boyutlu olduğu halde, üç boyutun olanaklarını zorlayan samimi, sıcak, ama ikircikli hali seviyorum. Resim tekniği ile yerleştirmeler uyguladım. Üç tuvalden oluşan bir boy portremi koltuğa oturttum, bir diğerini yatağa yatırdım, bazılarını üstlü altlı birbiriyle ilişkili, birbirine cevap veren şekillerde yerleştirdim ve çok mutlu oldum.. Resmin bilindik çerçevesinin dışına çıkıp ayağa kalkması, sadece benim uyguladığım bir şey değil. Bu uygulama, günümüzde birçok sanatçı tarafından yapılıyor. Ancak resim klasik mirası nedeniyle, halen güncel sanatın temkinli yaklaştığı bir medya. Ben ise boyanın plastiğinin anlama müdahale eden yanını seven, bunu özellikle seçen bir sanatçı olarak, kendi serüvenimde çağdaş örüntülerin resmin plastiğiyle yakalanabileceğini, boyanın bu örüntülere garip bir katkı sağladığını, anlamı çeşitlendirdiğini düşünüyorum.



No comments: